Arnavutlu Seyahati Birinci Kısım
Sizi yaklaşık 1000 kilometre uzağa götürüyorum. Bulgaristan üzerinden havalanıp, Makedonya’dan alçalmaya başlıyoruz. Ve sonunda başlangıç durağı olan Tiran Uluslar arası Hava limanına iniş yapıyoruz. Eylül ayı olmasına rağmen uçağın kapısından kafanızı çıkardığınız anda doğru yerde miyim? Diye düşüneceğiniz bir sıcak hava dalgası saç telinizden ayak parmaklarınıza kadar sarıyor.
Ufak denebilecek bir hava limanı içersinde, pasaport kontrolü, döviz değişimi, tatil için turist hattı alımı ve en son araç kiralama işlemleri ile hava alanında çıkış sağlıyorsunuz. Bunların tamamı yaklaşık size bir saate mal olmakta. Kendi hattınızı yurt dışında kullanmak yerine, turist hattı alabilir çok daha az maliyet ile bu işten kurtulabilirsiniz. Pasaport ve birkaç imza, hızlı bir şekilde işi bitirmek için yeterli.
Araç kiralamayı; gelmeden İstanbul’dan gerçekleştirmiştik. Uçak biletini aldığımız hava yolu şirketinin internet sitesinden rezervasyon ve ödeme işlemini yaptığımız için hava alanında çok daha az bekledik. Ve sadece “ülkeden araba ile çıkış yapacak mısınız?” sorusuna “no” cevabını verip işlemleri tamamladık.
Havalimanında çıkış ile beraber yaklaşık dört buçuk saatlik Saranda şehrine olan yolcuğumuz başlamış oldu. Arnavutlukta ne yazık ki Türkiye’de yer alan otoyollar ya da çift yollar bulunmamakta. Çoğu zaman tek şerit gidiş gelişin yer aldığı şehirlerarası yollardan gidiyorsunuz. Arkada oturan yolcular dâhil herkesin emniyet kemeri takması önemli. Özellikle şehir merkezlerinden geçerken trafik ışıkları biraz farklı çalışıyor. Dikkatli olup hız limitlerine uyulması önemli bir konu. Ana yoldan çıkıp (nerdeyse Yunanistan sınır kapısına yaklaşıyorsunuz) Saranda şehrine doğru döndüğünüzde tek şerit gidiş geliş olan oldukça virajlı bir yola giriyorsunuz. Bir tarafı dağ bir tarafı uçurum olan bu yoldan gitmekten korkmayın. Ben korktum ancak arkamızdan gelen çift katlı tur otobüsünü gördükten sonra korkum hayli azaldı. Yol kenarlarında bir çok mezarlık görmeniz normal, bize anlatılan yada bizim anladığımız; trafik kazasında hayatını kaybeden insanların olduğu yere gömülmeleri ufak bir anıt mezar gibi. Akşam saat dokuz sularında Saranda şehrine giriş yapıp otelimize yerleşiyoruz. Booking üzerinden satın aldığımız otelimiz açıkçası beklediğimizden kat ve kat daha hoştu. Merkeze yaklaşık beş dakikalık bir mesafede olan otelimiz. Kendi özel koyu ve plajı ile çok sakin, rahat, huzurlu daha birçok sıfat ile anlatabileceğim çok hoş bir oteldi. (Otelimiz Mucobega Otel2)
Burada yer alan tesislerin çoğu oda ve kahvaltı konseptinde, açıkçası zaten buda yeterli. Her gün değişik yemekler yemek çok daha eğlenceli.
Sanırım artık başlayabiliriz tatilimize. Yazının devamı iyon denizi ve Adriyatik denizinin birleşimi, Avrupa’nın Maldivleri olarak anılan denizlerin ve plajların, ve diğer görülmesi gereken yerlerin anlatımına geldi.
İlk gün yorgunluğunu atmak için otel önünde yer alan ve otelimize ait plaj ve denizde geçirmeyi tavsiye ederim. Yol yorgunluğunu atmak için ideal. Kendi şezlong ve şemsiyelerinde dinlenme imlanı sağlıyor. Ekstra bir ücret ödemiyorsunuz. Hangi plaja gitmeli diye düşünmek yerine sadece dinlenmeye kafa yoruyorsunuz buna da yorgunluk denirse tabi. Plajda yer alan bar çok hoş ve sade. Fiyat olarak ta gayet uygun. Aslına bakarsanız otelin tamamında yemek ve içmek uygun fiyatlı ve porsiyonları doyurucu.
Gelelim akşam yemeğine. Lekures Kalesini görmeden ve orada akşam yemeği yemeden geçmeyin derim. 1537 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan kale Saranda kentinin tamamını ayaklarınızın altına seriyor. Muhteşem bir deniz manzarası, gün batımı, Arnavut halk oyunları eşliğinde yenen leziz bir yemek yaşanmaya değer. Etleri çok lezzetli eğer alkol kullanıyorsunuz Kırmızı Şarapları tatmaya değer. Manzara, hizmet ve yemek diye düşündüğünüz de yüksek bir hesap gelecek düşünebilirsiniz ama inanın öyle olmuyor. Gezi rotanıza Lekures Kalesini eklemeden geçmeyin derim.
Sırada ki rota Avrupanın Maldivleri. İleriiiiiiiii.
Ksamil adaları olarak geçen bölge cidden mavi rengin bir çok tonunu beraber aynı anda görebileceğiniz yegâne yerlerden biri. Kumu, kumsalı ile beraber adeta Cennetten bir parça. Cenneti belki hiç birimiz görmedik ama inanın verdiği his o şekilde. Manzarası, doğanın kokusu, denizin vermiş olduğu huzur hepsi burada. Tamamı nerdeyse özel işletmelere ait olan plajlar da şezlong kiralayıp gününüzün hepsini huzur dolu bir şekilde geçirebilirsiniz. Deniz ile kumsalın hemen önünde yer alan ada denizin içinden yürüme mesafesinde. Ortalama boyu bir seksen santimetre olan biri yüzmeden karşı tarafa geçebilir. Telefonunuzun kamerasını ya da fotoğraf makinenizi her daim hazır tutun. Göreceğiniz eşsiz güzellikte ki bu manzara her an yakalamak isteyeceğiniz pozlar veriyor olacak size.
Yine unutulmaz bir maceraya atılmak istiyorsanız ve denemenizi şiddetle öneririm tam gün bir tekne turu. Tur diyince aklınıza Fethiye de gerçekleşen yüz kişilik bir tur gelmesin. Burada turlar ortalama dört ve altı kişilik olmak üzere sürat tekneleri ile yapılıyor. Sizleri dört ayı koya götürüyorlar ve gün boyu bakir kumsallarda dilediğinizce denize girme şansınız oluyor. Sabah on gibi başlayan gezi akşam beş gibi marinaya gelerek son buluyor. Birkaç notum olacak burada bakir koylarda denize girmek kulağa çok güzel gelse de sürat teknesi ile gezmek ciddi anlamda insanın adrenalin hormonunu arttırıyor. Özellikle gittiğiniz grupta benim gibi yüz kilo üzeri bir kişi varsa onu arka koltuğa oturtmak yerine buruna oturmasını iletin aksi takdirde sürat teknesi füze gibi havalanıyor. Bu arada arı popülâsyonu oldukça fazla. Bu konuda da dikkat etmenizi öneririm.
Arnanavutluk seyahatinin devamı ikinci yazımızda.
Erdem YELESENLİ
Yorum Yapılmamış